Hacı Zekeriya Koç

Baba Adı : Yakup
Ana Adı : Nadide
Doğum Yeri : Van-Ayanıs
Doğum Tarihi : 1908

Biz Ermeni olayları çıktığı sırada kendi köyümüzde, Ayanıs'ta bulunuyorduk. Bu çevrede tamamen Müslüman köyü Zeve, Mollakasım ve Ayanıs idi. Diğer köylerde beşer-onar hane Ermeni vardı. Bu mesela çıkmadan önce bizim Ermenilerle gidiş gelişimiz çok iyi idi. Mesela Ermenilerin çok olduğu Alaköy ile çok iyi görüşürdük, onlar bizi ziyafete çağırır, biz onları çağırırdık, aramızda hiçbir düşmanlık yoktu.

Sonra bu işler başlayıp Van'da muhacir olunca, biz de hicret etmeye karar verdik. Toplandık, dört araba dolusu, ne alabildiysek doldurduk, yola çıktık. Mağrip vakti biz yola çıkacakken Van'dan bir adam geldi, nereye gittiğimizi sordu, anlattık. Bize "Vay toprak başınıza, nereye kaçıyorsunuz? Top bizde, tüfek bizde, asker bizde dönün oturun" dedi.

Bunun üzerine herkes evlerine döndü. Üç gün geçti, dördüncü gün olduğunda büyükanamın kapısındaydık. Bizim köylü üç adam vardı, nenem ekmeğin üzerine yağ yaymış, ben öyle ayakta onu yiyordum. Tek silah sesi duyduk, o adamlar dediler ki, "Bu silah Ermeni silahı sesi, teneke gibi vınlıyor (bizim silahlarımız şakıldardı), bu işte bir iş var" dediler.

O sırada Mollakasım'dan birisi geldi, bizim köyün başında tepede durdu, dedi ki "Daha ne duruyorsunuz? Kürt Alaköy'ü bastı, talan etti, onlar öyle tepeynen gittiler. Ama Ermeniler köyleri basıyorlar" dedi. Öyle demeye kalmadı, benim amanım amcasının oğlu Dursun çıktı geldi. Yaşlı kadın ona sordu, "Dursun, balam sen niye geldin?" Dursun'un elinde başparmağında bir kurşun saplanmış, anlattı:

"Köyü hep kestiler, ben kaçtım. Köyün halkı daha toplanmaya fırsat bulamadan kafir köyü sardı. Kuzularımızı mezarlığın orada otlarlardı. Ermeniler her birini kapıp Alaköy'e sürdüler. İçlerinden birisi de, ziyaret vardı, mezarlığın yakınında, o ziyaretin baş kısmına mı, ayak kısmına mı def-i hacet edip hakarette bulunmuş; amanım dediğine göre hemen orada Allah'ın emriyle yanıp kül olmuş. Ermeniler köyün içine daldılar. Erkekleri seçip altlı-üstlü (istif) bir odaya doldurdular. Reisleri Hamados Paşa idi (Bu adam Iran Kürtlerini parayla asker tutmuştu), fedailerine dedi ki, "Yedi yaşından yukarı olan erkek çocukları toplayıp erkeklerin yanına katın ateşe verin."

Hemen hemen bizim gibi Türkçe bilirlerdi. Ben de o zaman yedi yaşındaydım. Anam hemen başıma bir leçek bağladı, üstüme bir entari geçirip yanına aldı. Ben böylece kurtuldum ama aramızdan dört-beş kişiyi seçip götürdüler, erkeklerin arasına kattılar; katar katmaz da gazyağını serpip ateşe verdiler. Oradan yükselen feryatlar göğe çıkıyordu.

Kadınları da toplayıp dışarı çıkardılar. "Hanımlar siz şöyle oturup istirahat edin, bakın köpekler ne güzel boğuşuyor" diye alay ediyorlardı. Köpek dedikleri de kiminin oğlu, kiminin kocası, babası, amcası onlar "Allah Allah !" diye feryat ediyorlardı.

Bizi orada bir saat kadar oturttular. Mezarlığın yanına şöyle döndük, kafirin biri dedi ki, "Hanımlar şimdi size bir türkü söyleyeceğim. İyi dinleyin." (Ağlayarak anlatıyor):

Aman amana döndü,Aman zamana döndü.Dünkü hoşgeldiniz,Bugün yamana döndü.

O sırada baktık, annemin amcasının hanımını Ermeniler vurmuşlar, çocuğu daha memede. Bir Ermeni gelip çocuğu süngüsüyle vurdu, çocuk orada öldü. O düzlükte bir sürü insan öldürmüşlerdi. Kaçabilen kaçıyor, kaçamayanları da gazyağı döküp yakıyorlardı kafirler. Bizi orada epeyce oturttular. Bizim köyde Hacı Ümmet'in dayısı Hamza vardı, onun hançeri yanından eksik olmazdı. Kafirler onu araya alıp öldürecekler, o da hücum etti; öyle ya karşısındaki düşman, ya ölecek ya öldürecek. Sonunda Hamza'yı yakaladılar. Öldürmeden butlarına cep yapıp ellerini soktular. Çok afedersiniz organını kesip ağzına, burnunu kesip arkasına koydular.

Bizi oradan kaldırıp Alaköy'e getirdiler, tepeye indirdiler. Sonra mağrip zamanı köyün içine götürdüler. Orada bizi bir samanlığa doldurdular. Kafiledeki çocuklar açlıktan feryat etmeye başladık. Demek ki o dinsiz kafirler, öldürdükleri erkeklerin ellerini, ayaklarını, çeşitli uzuvlarını kesip pişirip getirdiler. Çocuklar anlamadı ama, kadınlar onları yedirmediler, açlıktan ölmek daha iyi deyip çocuklarına durumu anlattılar.

Yatsı vakti olmuştu, samanlığa su verdiler. Kadınlar çocuklarını omuzlarına almış bağrışıyorlardı. Bir müddet sonra suya bir hark açıp boşalttılar. Ertesi günü kadınları dışarı çıkardılar, köyün dışında taşların üzerinde elbiselerini kuruttular. Mollakasım'ın kadınları da bizden biraz aşağıda. Onların erkeklerini de köyde kesmişler, kadınları esir etmişlerdi.

Yani Müslüman köyleri basıp erkeklerini öldürüyor, kadınlarını da esir edip Alaköy'de biriktiriyorlardı. Sonra bizi köyden Van'a doğru yola çıkardılar. Mermit çayına geldiğimiz zaman, kadınların bir kısmı, Ermenilerin elinde ölmektense kendilerini suya attılar. Gavurlar arkalarından ateş açıp bazılarını öldürdüler. Suya atlamak isteyenlerin bazılarını kollarını, kafalarını kırdılar.

Biz de, ben anam, amcamın hanımı ve büyükanam (nenem) beraberdik. Kardeşim memede idi, anam da kendini atıp ölmek istedi, ama nenem tuttu bırakmadı. Zaten Ermeniler de ot tayalarını suya atıp milletin atlamasına mani oldular. Bir baktık Ermeninin biri geldi yanımıza, neneme hangi köyden, kimlerden olduğumuzu sordu. Nenem kafiri tersledi; ancak o ısrar edince, nenem söyledi.

Ayanıs köyündeniz, kocamın adı da Muhiddin, büyük oğlum Yakup, diğeri Niyazi, deyince gavur nenemin eteklerine sarıldı, "Ben dünyada size zarar gelsin istemem, müsaade etmem" dedi. Biz şaşırınca anlattı. Meğer Bahçeray'dan Van'a, sekiz araba dolusu geliyorlarmış. Ermenileri öldürmek istemişler; babam bırakmamış, onları tâ Van'a kadar götürüp, sonra dönüp köye gelmiş.

O adam bize biraz ekmek, geçmiş gün peynir ya da cacık verdi. Neyse bizi oradan kaldırıp mağrip vakti Bardakçı'ya getirdiler Gece köyün düzlüğünde yattık. Başımıza silahlı nöbetçi diktiler; kadınlar sanki ne yapabileceklerdi. 700-800 kişi vardık. Sonra sabahleyin bizi kaldırdılar. İkindi vakti, Van'a kale dibine ulaştırdılar.

Orada Van Valisi Cevdet Paşa'nın üç katlı kışlası vardı, toprak bina idi. Oraya bizden önce çok insan getirmişlerdi. Demek o sırada gelinin biri çocuk getirmiş (doğurmuş), çocuğu öyle yukarı kaldırıp attılar, çocuk kayboldu. Biz beş gün orada kaldık, öğleden önce bizi yoncalıklara çıkardılar, açlığın amanı var mı? İnsanlar sütlüğen hariç ne buldularsa toplayıp yediler. Beş gün sonra iki ev daha getirdiler. İkinci vakti bizi Hacı Bekir kışlasına, eski vali konağının oraya çıkardılar.

Müslüman köyü olan Pürüt'ün halkını da oraya getirmişlerdi. Şimdi güya bize ekmek veriyorlar ya, ekmeğin içine şap, kükürt, başka şeyler katıyorlar, günde 60-70 kişi karnı şişip ölüyor. Kışlanın karşısında bir yer var, orada duvar boyu çukur açmışlardı, ölüleri sedyeyle götürüp atıyorlardı. Burada da, demin anlatmıştım ya, babamın kurtardığı Ermenilerden biri karşımıza geldi. Nenem ona, "Sen benim adamım olsan ne fayda kafir; iki oğlum askerde, siz kocamı, akrabalarımı öldürdünüz" dedi. O Ermeni birkaç günü bizi besledi. İnsanlar yemeğe saldırıyorlardı.

Bir hafta geçti; dediler, Ruslar geldi. Bir gün bir binbaşı, bir yüzbaşı yanlarında iki de katip kışladan içeri girip esirleri sayıp kaydettiler. Ertesi gün kuşluk vakti de etli pilav, karavana çıkardılar, Rus nöbetçi diktiler. Ruslar bize köylerimizi sordular, dediler sizi köylerinize götüreceğiz. Bizimkiler de öyleyse hepimizi Mollakasım'a götürün deyince, Ruslar kabul ettiler. Sabahleyin bizi 70-80 at arabasına doldurup Mollakasım'a getirdiler. Ermeni'nin korkusundan köylerimize dağılamadık. Sonra bize kendi içimizden muhtar tayin ettiler.

Türk ordusu Van'a girene kadar o şekilde hayatımızı sürdürdük. Bir zaman sonra Ermenilerin yakıp yıktıkları köylerimizi yeniden şenlendirdik.